Doç. Dr. Mehmet Somel

2001'de ODTÜ Biyoloji Bölümü'nden lisans derecesini aldı. Yüksek lisansını Prof. Dr. Mahinur Akkaya ve Prof. Dr. Aykut Kence danışmanlığında 2003'te ODTÜ Biyoteknoloji Programı'nda tamamladı. 2004-2008 yılları arasında Leipzig'de Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü'nde doktora öğrencisi olarak çalıştı ve derecesini 2008 yılında Leipzig Üniversitesi'nden aldı. 2008-2011 arasında Çin'in Şanghay kentinde Hesaplamalı Biyoloji Ortak Enstitüsü'nde ve 2011-2013 arasında ABD'de UC Berkeley'de doktora sonrası araştırmacı olarak çalıştı. 2013 yılından beri Orta Doğu Teknik Üniversitesi Biyolojik Bilimler Bölümü'nde öğretim elemanı olarak görev yapmaktadır. Çalışmaları evrimsel genetik odaklıdır ve ağırlıkla hesaplamalı yöntemler kullanmaktadır.

ODTÜ Antik Ekibi 

ODTÜ Antik DNA laboratuvarı Prof. Dr. İnci Togan'ın liderliğinde 2012 yılında kuruldu ve Modsimmer binasında bulunmaktadır. Laboratuvar çalışmalarını şu anda uzman Dr. Füsun Özer, hesaplamalı analizleri ise Mehmet Somel yönetmektedir. Laboratuvar deneyleri ve hesaplamalı çalışmalarda lisansüstü öğrenciler Ali Akbaba, Ayshin Ghalichi, Dilek Koptekin, Sevgi Korkmaz, Mustafa Özer ve Reyhan Yaka yer almaktadır.

ODTÜ Antik DNA ekibinin 2017 yılında yaptıkları ERC proje başvurusu NEOGENE, Neolitik yaşam tarzının ortaya çıkışı ve yayılım serüvenini araştıracak. Çalışma planını biyolog, arkeolog ve antropologlar sıkı bir işbirliği içinde hazırladılar. ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümü'nden Mehmet Somel yürütücüsü olduğu NEOGENE çalışması, DNA verisini ve arkeolojik verileri beraber değerlendirerek, Anadolu'da yerleşik hayat ve tarımın yaygınlaşmasında insan göçlerinin yanı sıra bilgi alışverişi ve kültürel etkileşimin katkısını ortaya koymayı umuyor. Hedef, insanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından birinin gerçek hikayesini anlamak. Proje hakkında Mehmet Somel şu bilgileri verdi:

İnsanın tarım ve hayvancılıkla kendi besinini üretmesi çok yeni bir gelişme. İnsanlar yalnızca son 10 bin yıldır tarım yapıyor, modern Homo sapiens'in 250 bin yıllık tarihinin yirmide biri bile değil. Daha öncesinde atalarımız göçebe avcı-toplayıcılardı; biyolojik olarak bizden aşağı yukarı farksızlardı, ama sosyolojik olarak muhtemelen çok farklıydılar. Bu toplulukların maddi birikim, büyük nüfusların ve kentlerin oluşması, özelleşme ve toplumsal eşitsizlik koşulları yoktu. Günümüzde farklı kıtalarda halen varlığını sürdüren göçebe avcı-toplayıcı gruplarla yapılan çalışmalar şunu gösteriyor: Bu insan toplulukları bugün modern saydığımız toplumlardan, bildiğimiz kültürlerden çok farklı kültürlere sahip olabiliyor. Örneğin akrabalığın biyolojik değil, bireyler arasında dayanışma veya beraber beslenme üzerine kurulu olduğu toplumlar görüyoruz. Bir çocuğun babasının onu besleyen kişi sayıldığı toplumlar görüyoruz. En azından bazı avcı-toplayıcılarda ataerkilliğin günümüzde olduğu kadar baskın olmadığını görüyoruz.

Yerleşik yaşama, tarım ve hayvancılığa geçiş, insan tarihindeki bugüne kadarki en kökten değişim oldu. İnsan topluluklarının günümüzdekilere benzemesinin önünü açtı. Artık ürün, maddi birikim, büyük nüfuslar, toplumsal eşitsizlikler mümkün hale geldi. Biyolojik akrabalık önem kazandı, ataerkil kültürler baskınlaştı. Kökten bir dönüşümden söz ediyoruz. Sosyal yapı ve kültürler değişti, demografi değişti. Biyolojide bile değişimler oldu, sınırlı da olsa. Buna Neolitik Dönüşüm, diyoruz, ilkokulda öğrendiğimiz adıyla da Cilalı Taş Devri. Neolitik Dönüşüm dünyanın farklı yerlerinde birbirinden bağımsız olarak gelişti, ama bildiğimiz ilk tam boy Neolitik kültür Güneybatı Asya'da ortaya çıktı. Bu günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce başladı ve binlerce yıl sürdü, kabaca M.Ö 10 bin ila 5 bin arasında. İlk kerpiç evler, toplanan yabani tahılın saklandığı depolar, taş oraklar... Bu yeni yaşam biçimi ilk olarak Doğu Akdeniz'de ve Kuzey Mezopotamya'da, diğer adıyla Verimli Hilal bölgesinde gelişti, oradan Orta Anadolu ve Kıbrıs'a yayıldı.

Zaman içinde ilk evcil buğday ve arpa evrildi. İnsanlar koyun, keçi ve domuz sürülerini kontrol etmeye, sonra bu hayvanları evcilleştirmeye başladılar. Kaynaklar arttıkça nüfus arttı. Bu yeni hayat tarzı, evcil bitki ve hayvanlar, teknoloji Güneybatı Asya'da yayıldı. Ritüeller de yayıldı. Mesela ölüleri evlerin içine, cenin pozisyonunda gömme, mezarlardan kafatası toplayarak bunları boyama, sonra tekrar gömme gibi adetleri görüyoruz. Aralarında binlerce kilometre olan köylerde aynı adetleri görebiliyoruz. M.Ö. 7 binden sonra ise Neolitik kültür Batı Anadolu, Ege, oradan da Avrupa'ya yayıldı Birkaç bin yıl içinde tüm Avrupa'yı köyler sardı. Zamanla Batı Avrasya'da göçebe avcı-toplayıcı yaşam tarzı yok oldu.

Arkeoloji bu dönüşüm ve yayılma sürecini yaklaşık yüz yıldır araştırıyor. Ancak arkeologların halen cevaplamakta zorlandıkları bazı sorular var. Biri, avcı-toplayıcılıktan yerleşik yaşama geçiş sırasında toplum içi ilişkilerde nasıl değişiklikler yaşandığı. Örneğin akrabalık biçimleri bu dönemde nasıl değişti? Hane yapısı nasıldı? Cinsiyete bağlı bir hiyerarşi ortaya çıkmış mıydı? Toplumsal eşitsizlikler hemen mi gelişti, yoksa artık üründen binyıllar sonra mı? Avcı-toplayıcı eşitlikçi kültürün izleri ne kadar dayandılar? Soruların bir diğeri de, Neolitik toplulukların birbirleriyle kültürel paylaşım biçimleri. Yeni ortaya çıkan teknolojiler veya ritüeller köyler arasında nasıl yayıldı? İnsanların yer değiştirmeleri, bir köyden diğerine taşınmaları önemli miydi? Mesela yerleşimler arasında kadın hareketiyle yayılan ritüeller var mıydı? Yoksa topluluklar genelde teknolojilerini, tohumlarını, hayvanlarını komşularıyla serbestçe paylaşıyorlar mıydı? Bu sorular hem Neolitik kültürün Verimli Hilal içinde yayılımı, hem de Ege'ye ve Avrupa'ya yayılması için geçerli. Neolitik'te akrabalık ilişkileri veya Batı Anadolu'nun Neolitikleşme sorunları, bugün arkeologların sadece nesnel kültür ögelerinin benzerlik ve farklılıklarına bakarak çözemeyecekleri bir noktada. İşte burada hem antropoloji, hem de antik DNA araştırmaları devreye giriyor. Antik DNA, geçmişte yaşamış canlıların kemiklerinden DNA özütleyip, DNA dizisini okuyup, bunu başka canlıların DNA dizileriyle karşılaştırma işlemlerine deniyor. Bu genetik karşılaştırmalar birkaç tipte bilgi sunuyor. Birincisi, demografik tarih, yani DNA'dan geçmişte yaşanmış göç ve karışma vakalarını öğreniyoruz. İkincisi, toplum içindeki biyolojik akrabalık örüntüleri. Üçüncüsü, doğal seçilim, yani bazı genetik özelliklerin faydalı olup yaygınlaşmaları. Başlıcaları bunlar.

Özellikle de son 10 yıl içinde DNA dizileme işleminin ucuzlaması antik DNA analizini çok kolaylaştırdı. Bu gelişmeyi beş yıl önce fark eden ODTÜ Biyoloji profesörü İnci Togan, 2012 yılında ODTÜ ve TÜBİTAK desteği ile Türkiye'nin ilk antik DNA laboratuvarını kurmuştu. ODTÜ antik DNA ekibi o dönemde Anadolu'nun ilk antik koyun DNA'sı analizini yürütmüş ve yayımlamıştı.

Ben bu çalışmalara 2013 yılında katıldım. Beni bu yönde teşvik eden de Çatalhöyük antropoloji ekibinden arkadaşlar oldu. Konya'da bulunan Çatalhöyük M.Ö. 7100-5900 arasında iskan edilmiş çok büyük bir Neolitik köy. Çatalhöyüklüler ölülerini ekseriyetle evlerinin temeline gömüyorlardı. Bazen bir binada birkaç düzine insan gömülmüş bulunuyor. Acaba bunlar biyolojik olarak akraba mı? Çatalhöyük antropologlarının ana sorusu buydu. Daha önce diş yapısı benzerliğine dayanan bir analiz yapmışlar, bu bireylerin biyolojik akraba olmayabilecekleri sonucuna varmışlardı. Şimdi bu sonucu DNA'yla teyit etmek istiyorlardı. Çatalhöyük antropologlarının tümü yabancıydı, ama örneklerini yurtdışında analiz ettirmek istemiyorlardı ve yerli bir antik DNA ekibi arıyorlardı. Böylece bir miktar TÜBİTAK desteği de alarak Neolitik Anadolu antik DNA araştırmalarına başladık. İnsan antik DNA'sı konusunda tecrübeli bir İsveçli araştırma ekibiyle işbirliğimiz de faydalı oldu. Yalnız deneylere başladığımızda sonucun ne çıkacağını bilmiyorduk. Ben de epey karamsardım. Çünkü o vakte kadar Anadolu veya benzer coğrafyalardan bu kadar eski insan antik DNA'sı yayımlanmamıştı. DNA görece sıcak Anadolu ikliminde hızla kayboluyor olabilirdi. 

Ama şansımız varmış. ODTÜ'lü moleküler biyolog Dr. Füsun Özer’in liderliğinde bir ekip, Orta Anadolu’nun ilk köylerinden Konya Boncuklu Höyük ve daha geç dönem köylerinden Niğde Tepecik-Çiftlik Höyük insanlarından yeterli DNA verisi elde edebildi. O sırada bizimle çalışan Dr. Gülşah Kılınç'ın başını çektiği bir hesaplamalı biyoloji ekibi de verileri analiz etti. Benzer başka çalışmalarla da paralel olarak, bu analiz şunu gösterdi: Avrupa'ya Neolitik kültürü, göçmen insan toplulukları götürmüş. Ve bu göçmenler o zamanın Anadolulularıyla akraba imiş. Böylece birçok arkeoloğun kestirimleri doğrulanmış oldu. Ancak bu ilk yayınlar, tarih öncesi toplum ilişkilerini ancak çok kabaca inceleyebiliyordu. Birçok eksik vardı. Eksikliklerin birisi, Anadolu’dan çok az sayıda Neolitik yerleşimin analiz edilmiş olmasıydı. Bir diğer boyutu ise yoğun disiplinler arası çalışma gerektiren bir konuda antropolog, arkeolog ve biyologlar arası diyaloğun daha emekleme aşamasında olmasıydı. Bu eksikler nedeniyle 2015'te yaptığım ilk ERC başvurusu reddedilmişti. 

Bunun üzerine açıkları gidermeye giriştik. ODTÜ Tarihsel Çevre Değerlerini Araştırma ve Uygulama Merkezi (TAÇDAM) Başkanı Doç. Dr. Çiğdem Atakuman, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nden Prof. Dr. Yılmaz Erdal, ODTÜ Biyolojik Bilimler'den de ben, İnci Togan ve Füsun Özer'in merkezinde olduğu bir ekip oluştu. Biyolojik Bilimler'den Ayşegül Birand ve Can Bilgin de destek verdiler. Bu şekilde NEOGENE projesi şekillendi. NEOGENE'in 2,5 milyon Avroyu aşkın bütçesi var; toplam 5 yıl sürecek. Projenin temel genetik verisi, Dr. Füsun Özer liderliğindeki antik DNA laboratuvar ekibi tarafından üretilecek. Bunun için 20 kadar Neolitik Anadolu yerleşiminden yaklaşık 1500 insana ait örnek genetik içeriklerine göre DNA dizileme yöntemiyle taranacak. Bu şekilde insan DNA’sı içeren ve içermeyen örnekler belirlenecek ve en fazla umut vaadeden 350 birey derinlemesine analiz edilecek. Bu rakamlar, NEOGENE’in bu coğrafyanın bugüne kadar bilinen en kapsamlı antik DNA çalışması olacağına işaret ediyor. Kullanılacak insan örneklerinin büyük çoğunluğunun tasnif ve antropolojik incelemesini Yılmaz Erdal yapmıştı. Bunlar arasında Aşıklı Höyük ve Çayönü gibi ünlü yerleşimlere ait örnekler de var. Çatalhöyük ve Boncuklu Höyük gibi kazılar da projeye malzemelerini sundular. Çalışmada ayrıca aynı döneme ait koyun örnekleri de genetik olarak incelenecek. Projede genetik veri üretildikten sonraki ikinci aşama, bireyler arasında genetik akrabalık ve toplumlar arasında gen akışının belirlenmesi için yürütülecek biyoenformatik analizler. Bu kısım benim uzmanlığıma giriyor. Üçüncü safhada ise aynı bireylere ait biyoarkeolojik verinin ve aynı yerleşimlere ait materyal kültür verisinin derlenmesi var. Çalışmanın bu ayağını Çiğdem Atakuman ve ekibi üstlendi. TAÇDAM ekibi, Anadolu’nun bilinen tüm Neolitik yerleşimlerinden elde edilen nesnel kültür verilerini biraraya getirerek, bu ögelerin yayılımı ile DNA yayılımı arasındaki ilişkileri açıklamaya yönelik hipotezleri tüm ekip üyeleriyle beraber geliştirmeye çalışacak. Burada çanak çömlek, yontma taş alet, figürin, mühür, mimari ve ölü gömme gibi ögelerin yerleşimler arasındaki benzerlikleri derlenerek nicelleştirilecek. Araştırmanın son safhasında ise genetik, biyoarkeolojik ve arkeolojik verinin ortak analizi yer alıyor. Bu sentez çabası da NEOGENE’in özgün yönlerinden biri. Bu aşamada ODTÜ Enformatik Enstitüsü’nden Elif Sürer ve ekibi, ortaya konan hipotezlerin etkili bir biçimde test edilebilmesi için arkeolojik verileri sayısallaştırarak ve genetik sonuçlarla beraber değerlendirerek, kültürel tarih benzetimleri, yani simülasyonlar yürütecek. Cevaplamak istediğimiz iki sorumuz var. Birincisi, Neolitik Dönüşüm sırasında sosyal yapı nasıl değişti? Örneğin Aşıklı Höyük'te yüzlerce yıl boyunca aynı mekana kurulan evlerin içine gömülen kişiler, ya da Çatalhöyük'te bir arada gömülenler, biyolojik akraba mıydı? Öyle iseler, erkek veya kadın tarafından mı? Neolitik kültürün gelişimi sırasında biyolojik akrabalık nerede ve ne zaman önem kazandı? İlk köylüler sosyal yapıları itibariyle hemen mi farklılaştılar, yoksa binyıllarca eski toplumsal geleneklerini mi sürdürdüler? Eğer örneklerde DNA umduğumuz kadar korunmuşsa, bu soruları sonunda cevaplayabileceğiz. 

Diğer soru da Anadolu’nun farklı coğrafyalarında Neolitik kültürün çeşitli ögelerinin nasıl yayıldığı. Bunlar göçle mi, tedrici insan hareketiyle mi yayıldı? Yoksa komşular arasında bilgi alış verişi yayılımı açıklar mı? Ya da koyun, keçi, obsidiyen gibi mal alışverişi sırasında yaşanan temaslar mıydı? Bu farklı modelleri ayırt etmeye çalışacağız. Tabii elimizden geldiği kadarıyla. 

Projeye Şubat ayında başlamayı bekliyoruz. Ancak daha başlamadan bence birkaç dikkate değer etkisi oldu. Bir etki, disiplinlerarası ve kolektif çalışmanın önemini vurgulaması oldu. Gerçekten de bu çalışmayı farklı alanlardan gelen araştırmacılar olmadan kurgulayamazdık. Aslında beraber çalışmaya alışmak başta kolay olmadı, ama zamanla birbirimizin dillerini daha iyi anlar olduk. Eminim bu daha da gelişecek. Türkiye'de başka, benzer ekiplerin de kurulacağını umut ediyoruz. İkinci etki de bu bölgede, aslen kendi kaynaklarımızla antik DNA çalışmalarının yapılabileceğini göstermek. Yakın Doğu Neolitiği herkesin ilgisini çekiyor ama yayımlanan çalışmaların çoğu ABD veya Almanya imzalı, birçoğunda bölgeden araştırmacılar yazar olarak bile yok. Bu çalışmaların bu bölgelerin arkeolojisine gerçekten katkısı var mı? Yerli arkeolog ve genetikçilerin katılmadığı, Batılı üniversitelerde yürütülen çalışmalar, bölge halklarına aktarılıyor mu, veya nasıl yansıyor? Burada bir sorun var.

Evet antik DNA pahalı bir araştırma kolu, ama bölgemizde çalışmaların ilerlemesi de gerekiyor. Koşullarımızı zorlamalıyız. İran'dan Ermenistan'a, Yunanistan'dan Suriye ve Ürdün'e tüm coğrafyamızda antik DNA ekipleri kurulmalı, en başta bunlarla işbirliği içinde olmalıyız. Komşulardaki dostlarımızı bu yönde teşvik ediyoruz.