Yrd.Doç.Dr.Emre Selçuk

ODTÜ'lüyüm; burada büyüdüm. ODTÜ İşletme Bölümünden mezun olduktan sonra Amerika'da, Cornell Üniversitesi'nde doktora yaptım. 2013'te döndüm. Sahnenin öbür tarafında, öğrenci olarak daha uzun bir geçmişim var ama bu tarafındaki dördüncü senem. İlişkiler konusunda araştırma yapıyorum, hayatımızdaki en yakın ilişkilere bakıyorum. Doğumumuzdan itibaren bizi büyüten insanlarla; annemiz, babamız ya da bizi kim büyütüyorsa onunla, ardından yetişkin birer birey olduğumuzda da en yakınımızla, varsa eşimizle ya da romantik partnerimizle olan ilişkimizi nasıl kurup devam ettirdiğimizi ve bunun bizim günlük hayatımıza etkilerini; mutluluğumuzu, fiziksel sağlığımızı nasıl etkilediğini araştırıyorum.

İnsanlığın en başından beri merak edilen konuları psikoloji bilimi perspektifinde ele alarak yapılan, ikili ilişkilerde uyku çalışmasının sonucuna göre; günlük hayatta kişi eşinin kendisini anladığını, değer verdiğini, derdiyle dertlendiğini düşünüyorsa uyku kalitesi de artıyor; uykusu daha az bölünüyor, bölünürse de daha çabuk uykuya dalabiliyor. Çünkü anlayışlı, duyarlı bir eş kaygı düzeyini düşürüyor.

Bu çalışmanın yürütücülerinden Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Emre Selçuk Social Psychological and Personality Science isimli dergide yayımlanan ve İngiliz Independent, Daily Mail ve Telegraph gazetelerinde de yer alan projesi ve diğer çalışma alanları hakkında bilgi verdi:

"Independent'ın ve uluslararası popüler medyada çeşitli mecraların ilgisini çeken analizlerimizde bir açıdan yeni bir şey yok. İnsanlığın en eski yazılarına baktığımız zaman ilişkilerle ilgili öğretilerin olduğu görülüyor. Birkaç üniversitenin işbirliğiyle yürütülen projemizde; kıta Amerika'sında yaşayan insanlarla yapılan, büyük bir örneklemi olan (yaşları 35-86 arasında değişen yaklaşık 700 kişi) çalışmanın verilerini kullandık. Araştırma konumuz olan "Ne oluyor da, eşimiz bizim daha iyi uyumamızı sağlıyor?" sorusunun yanıtı çok enteresan: Kaliteli uyuyabilmenin birinci şartı; etrafta bir tehlike, kaygı unsuru hissetmemek. Bunu sağlayan ilk faktör de en yakınımızdaki, kaygımızın, stresimizin düzenleyicisi insan. Günümüz dünyasını düşününce; hepimiz stresliyiz, günlük hayattaki sıkıntılar, yaşadığımız ülkedeki sıkıntılar kendi başına başa çıkması çok zor konular. Bütün bu dertlerle kendi kendimize başa çıkmaya çalıştığımızda bunun bir maliyeti var; vücut yıpranıyor. Ama yanımızda bize destek olacak, başımızı omzuna dayayabileceğimiz biri varsa o maliyet düşüyor. Yabancı basının da ilgisini çeken bu konu esasen seri analizlerde incelediğimiz konulardan sadece biriydi." İkili ilişkilerin ölüm riskine etkisini de incelediklerini; analiz ettikleri veride katılımcıların bir kısmının yıllar içerisinde hayatını kaybettiğini; dolayısıyla ilişkide duyarlı bir partnerin veya eşin olmasının ölüm riskini etkileyip etkilemediğini de gözlemleyebildiklerini söyleyen Dr. Selçuk sözlerini şöyle sürdürdü: "En yakınınızdaki insanın size karşı duyarlı olduğunu düşünmüyorsanız, yani sizi anladığını, size değer verdiğini, dertlerinizle dertlendiğini düşünmüyorsanız ölüm riskiniz artırıyor. Eş duyarlı bir insansa tam tersi oluyor." Dr. Selçuk bu araştırmayla ilgili bir başka incelemede de; vücudumuzda stresle başa çıkmayı sağlayan temel hormonlardan biri olan kortizol hormonunun salgılanış sisteminin çalışmasını, duyarlı eşlerin etkileyip etkilemediğini araştırdıklarını ifade ederek; şu şekilde devam etti: "Kortizol hormonu, sabah kalktığımızda yüksektir. Sabah bir anda uykumuzun açılması kortizol hormonunun yükselmesi ile alakalıdır. Gün içerisinde yavaş yavaş düşer, yatmadan önce de çok düşük bir seviyeye ulaşır. Sağlıklı olanı bu; yani sabah yüksek başlayacak, gün içerisinde yavaş yavaş düşecek ve minimum noktaya gelecek. Sabah düşükse ve gün içerisinde azalmazsa, daha yatay bir seyir izlerse, bu; depresyon riskini beraberinde getiriyor. Bağışıklık sistemi için de riskli. Eşinizi duyarlı olarak algılıyorsanız 10 yıl sonra kortizol sistemi şu şekilde çalışıyor; sabah yüksek, akşama doğru aşağı iniyor. Duyarsız bir insanla birlikteyseniz; zaman içinde daha aşağıda başlıyor artık ve o kadar hızlı aşağı inemiyor. Tabii, bunlar uzun süreli etkiler; yani normalde duyarlı olduğunu düşündüğünüz bir eşle bir akşam problem yaşadığınızda, onun çok uzun süreli bir etkisi olmaz ama zaman içerisinde duyarsızlaştığını düşündüğünüz biriyle ilişkide uyku düzeni bozulur, moralin bozulma sıklığı artar, iştah durumu değişir, depresif duygular yaşanır."

Çok yakın zamana kadar psikologların; bu kortizol sisteminde örneklenen biyolojik sistemlerin doğuştan gelen bir alt yapısı olduğunu, erken yaşantıda bunun bir miktar şekillendiğini ve hayat boyu o şekilde de devam ettiğini savunduklarını belirten Dr. Selçuk çalışmalarının en önemli katkılarından birinin de ilk defa uzun süreli etkilerin eşlerde de olabileceğini göstermesi olduğunu söyleyerek "Yani; şanssız bir geçmişten geliyor olabilirsiniz, ailenizde sorunlar olabilir, yaşadığınız yerde savaş olabilir, kıtlık olabilir ve stresle başa çıkma mekanizmalarınız, biyolojik mekanizmalarınız en optimal seviyede şekillenmemiş olabilir. İlk bulgularımıza göre; ileride duyarlı insanlarla tanıştığınız, sizi anlayanlarla ilişkiye girdiğiniz zaman tekrar bu sistemin şekillenme olasılığı var; bunu ilk defa bu çalışma içerisinde biz gösterdik." şeklinde açıklama yapan Dr. Emre Selçuk konuyla ilgili şu bilgileri aktardı:

"Geçtiğimiz yıllardaki çalışmalar genelde 'Ne oluyor da eşler ya da yakın ilişkiler insanlara bu faydaları sağlıyor, altta yatan sebepleri ne?' sorusuna yönelikti. Bu konuya dair başka bir çalışmada; 'insanların, ilişkilerini kullanarak, kötü olayları hatırladıklarında bunlardan kurtulmaları için bir küçük teknik geliştirebilir miyiz?' fikrinden yola çıktık. Hepimizin günlük hayatta aklına geçmişten kötü olaylar geliyor, bundan kaçmak mümkün değil; çünkü bu insan olmanın bir sonucu. Beynimizin prefrontal korteks dediğimiz ön kısmı; bizim müthiş planlar yapmamızı sağlıyor, ve bize müthiş bir problem çözme yeteneği sağlıyor, fakat bunun bir de laneti var; geçmişi de sürekli hatırlatıyor ve günlük hayatta hepimiz istisnasız kötü olayları hatırlıyoruz. Bu kötü hatıraların aklımıza gelmesi normal fakat uzun süre zihnimizde kalması tehlikeli; yani kötü anılar zihninizi çok uzun süre meşgul ediyorsa bu, sizin psikolojik rahatsızlıklara yakalanma riskinizi artırıyor. Biz de laboratuvarımıza gelen insanlardan geçmişe dair kötü bir anılarını hatırlamalarını, yeniden yaşamalarını istiyoruz. Tabii bu onları kötü hissettiriyor, moralleri bozuluyor. Sonra, bir grupta eşlerinin fotoğraflarını 90 saniye süreyle gösteriyoruz, diğer grupta da başka birinin fotoğrafına bakıyorlar. Eşlerinin fotoğrafına bakanların moral bozuklukları çok daha hızlı bir şekilde ortadan kalkıyor; başka birinin fotoğrafına bakanlar ise hatırladıkları olayın can sıkıntısından daha geç kurtuluyorlar."

Dr. Selçuk son yıllardaki çalışmaların genel olarak bu tür ilişkilerin etkileri üzerine ilerlediğini, hatta; direkt bu araştırma konularından çıkan Human Bonding adlı bir ders verdiğini söyleyerek; "O derste bir insanın doğumuyla başlıyoruz, ilk ilişkiyi nasıl kuruyor, daha sonra genç yetişkinliğe girdiğinde etrafında insanlar görmeye başlıyor, aşık oluyor, bir birliktelik kuruyor, aileler de onaylıyor, evleniyorlar, duygusal bağ kuruluyor ve bu faydaları sağlamaya başlıyorlar. Sonra eşlerden biri yanlış yapıyor, aldatıyor, ayrılıyorlar vs. Bütün bu seriyi bir dönem içerisinde ele alıyoruz. Uygulamalı sosyal psikoloji dersimde de; 'Psikoloji bilimi günlük hayatta daha sağlıklı, daha mutlu, daha iyi karar veren ve diğer insanlara daha faydalı biri olabilmek için bize ne diyor?' sorusuna odaklanıyoruz. İnsan zihni büyük değişiklikler yapmaya pek kadir olmadığından; çok küçük değişikliklerle mutluluk, sağlık, iyi bir insan olmak, doğru karar verebilmek için günlük hayatta neler yapabiliriz sorularına yanıt arıyoruz. Bir de; araştırmalarımda çok fazla sayısal teknikler kullandığım için master ve doktora öğrencilerimizin istatistiksel analiz teknikleri derslerinin iki tanesini veriyorum. İleri analiz tekniklerini onlarla birlikte tartışıyoruz." dedi.

Dr. Selçuk yine ODTÜ İşletme bölümü mezunu Melih Kavukçu ile "Kaçık Prens" adında bir podcast yapıp sunduklarını, insanlara daha sağlıklı ve mutlu yaşamaları için günlük hayatta uygulayabilecekleri ufak "hap" bilgiler vermeyi; kimseyi sıkmadan, daha çok gülerek, eğlenerek günlük hayatta gözlemledikleri olay ve durumlara psikoloji bilimi açısından bir değerlendirme getirmeyi amaçladıklarını vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:

"Podcast olmasının bizim için avantajı ise; derslerimi alan öğrenciler sayesinde bir dönemde diyelim ki 100 kişiye ulaşabiliyorsam, 30 sene burada çalışsam ancak 3000 kişiye ulaşabilirim; fakat Kaçık Prens'in bölümleri bazen ayda 10.000 kez indiriliyor; yani benim bütün kariyerim boyunca ulaşamayacağım bir sayıya bir ay içerisinde ulaşabiliyoruz."

 

Doktora Öğrencileriyle Yürüttüğü Projeler

Dr. Emre Selçuk doktora öğrencileriyle yürüttükleri projelerin de yüzde doksan ilişkiler üzerine olduğunu kaydederek Bilkent Üniversitesi ile ortak bir projede; ODTÜ'deki bir doktora öğrencisinin, Bilkent'teki bir lisansüstü öğrenci ve Bilkent'ten meslektaşı ve aynı zamanda eşi olan Yrd. Doç. Dr. Gül Günaydın ile, yetişkinlerin birbiriyle nasıl ilişki kurduğuna baktıklarını söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

"Birbirini hiç tanımayan iki insanı kameralı bir odada bir araya getirerek, birbirlerini tanıma evresinde sergiledikleri davranışları dikkatle kodluyoruz. Böylece birbirini tanımayan iki insanın nasıl arkadaş ya da sevgili olduğunu, nasıl süreçlerin işlediğini ortaya koymayı amaçlıyoruz.

Biri doktora, biri de yüksek lisans öğrencisi olan iki öğrencimin ilgi duyduğu, fakat henüz başlamadığımız projelerden biri de; ikametgâh hareketliliğinin ilişkileri nasıl etkilediği. İnsanlık tarihinin çok önemli bir kısmında doğduğumuz, büyüdüğümüz bir çevrede, ailemizden gelen ya da çıraklık vesaire yoluyla öğrendiğimiz bir rolümüz var. Bize biçilen rolü oynayarak hayatımızı sürdürüyoruz. Son 50 yılda ise inanılmaz bir mobilite var; insanlar sürekli yer değiştiriyor ve belki de insanlık tarihinin en iddialı 'projelerinden' birine girişerek eşlerini kendileri seçmeye çalışıyor. Bu hareketliliğin ilişkiler üzerindeki etkisi ne olabilir? Bu hareketlilik; romantik ilişkinin önemini artırabilir, çünkü hareketliliğin az olduğu bir ortamda anne, babayla ilişki devam ediyor; geçmişten gelen çocukluk arkadaşları var. Hareketliliğin bu kadar yüksek olduğu bir toplumda, bir dönem beraber hareket eden kişilerin birbirleri için önemi çok daha fazla oluyor; çünkü kardeş, anne, baba, çocukluktan beri tanınan arkadaşa paylaştırılan rollerin bütünü tek bir kişiye yükleniyor. Öğrencilerimiz, o tek bir kişi bu yükü kaldıramazsa ilişkide nasıl sonuçlar ortaya çıkabilir, onu tartışıyorlar. Bir başka öğrencim de; acaba bu hareketlilik içerisinde çocuk yetiştirme nasıl olur diye merak ediyor; çünkü bu tür hareketli bir toplumun beklentilerine ilişkin bir çocuk yetiştirme modelinde; çocuk daha bağımsız olması, gerektiği zaman öne çıkması yönünde cesaretlendirilmeli. Hareketli toplumda sermayesi kendisi olan çocuğa yönelik beklentiler nasıl aktarılıyor, ailelerin çocuk yetiştirme tarzları nasıl şekilleniyor, bunu inceliyor.

İleride doktora öğrencilerimizle başlayacağımız, şu anda planlama aşamasında olduğumuz proje; 'Eşlerin duyarlı olma durumu; nesilden nesle aktarılıyor mu?' sorusunu yanıtlamayı hedefliyor. Yani; ben duyarlı bir eşsem, çocuğum da büyüyünce duyarlı bir eş olur mu? Bunu bize düşündüren; sıçanlarla yapılan bazı çalışmalar: Sıçan anneleri iki türlü; biri çocuklarını çok yalayan, iyi bakan, onların ısınabileceği ve rahat bir ortam sağlayabileceği şekilde onların yanlarına kapanan anne modeli; bir de hiç yalamayan ya da az yalayan ve çocuklarını pek de umursamayan anne türü. Annesi iyiyse, çok yalıyorsa, ona güzel bir ortam sağlıyorsa, o sıçanın kortikosteron hormonu -bizdeki kortizolun sıçandaki versiyonu- optimal şekilleniyor. O sıçan strese daha az reaktif, sakin ve iyi bir anne oluyor. Kötü anneye düşenler de büyüdükleri zaman kötü anne oluyor. Bu durumun iki açıklaması olabilir: ya genetik, ya da o annenin davranışları buna neden oluyor. Bunu test etmek için de iyi anneden doğan çocukları alıp kötü anneye veriyorlar, kötüden doğma olanları alıp iyiye veriyorlar ve şanssız başlayanlar, iyi anneye verilince iyi oluyorlar. Yani, çevresel etkenler daha yüksek gibi duruyor. Dolayısıyla; 'Ben eşime karşı duyarlıysam, eşim bana karşı duyarlıysa çocuklarımıza karşı daha iyi anne babalık yapıp, onları da duyarlı bireyler haline getirebilir miyiz?' sorusunu anne ve babalarla yapacağımız bir çalışmayla yanıtlamaya çalışacağız.

Bu çalışmalara ön ayak olan küçük bir çalışmamızı yıllar önce, Türkiye'de, anne ve çocuk çiftleriyle yapmıştık; günlük hayatlarında annenin çocuğuna yönelik davranışlarını gözlemledik ve ilk bulgularımızı bu çalışmadan elde ettik: Anne eşini duyarsız algılıyorsa; gün içerisinde çocuğuna daha duyarsız bir anne oluyor, çocuğun bir derdi olduğunda daha geç fark ediyor, fark edince müdahale etmekte zorlanıyor, müdahaleleri genelde deneme-yanılma türünde oluyor, çocuğun da o müdahaleden memnun olma olasılığı azalıyor. Anne eşini duyarlı algılıyorsa bunlar daha az. Bu çocuk büyüdüğünde, örneğin arkadaşlarıyla ilişkilerinde, daha duyarlı davranıyor mu, buna bakmak istiyoruz.

Kortizol hormonu çalışmamız özelinde farklı disiplinlerin kesişmesinden hareketle; kişilerin günümüzde yaşadıkları sorunların çözümü ile daha sağlıklı ve daha mutlu yaşamaları için disiplinlerin iki temel düzlemde kesişmesinin gerekli olduğu görüşündeyim. Öncelikle, yatay düzlemde; antropoloji, sosyoloji, psikoloji hatta davranışsal ekonomi gibi alanların birlikte çalışması lazım. Bir de; bilim insanlarının kendi aralarında analiz düzey dediği dikey düzeyi; örneğin davranışın oluştuğu biyolojik, psikolojik, sosyal etkenleri bir arada inceleyen ortak ve interdisipliner bir hale getirmemiz gerekiyor. Ayrıca kuramsal alt yapıyı da interdisipliner hale getirmek lazım. İnsan davranışı gibi çok karmaşık bir şeyi inceliyorsanız bunları tek bir insanın yapması mümkün değil. Farklı alt yapılardan, farklı birikimlerden gelen birçok insanın birlikte çalışması gerek. Örneğin eşlerle ilgili duyarlılık algısının etkilerine baktığımız çalışmalarımızın verisini toplayan grup, aralarında University of Wisconsin'den Carol Ryff ve Pennsylvania State'den David Almeida'nın da bulunduğu, çok sayıda kurumdan onlarca araştırmacının oluşturduğu büyük bir konsorsiyum. Maalesef bu interdisipliner, kaynaşmacı yapıya ulaşabilme konusunda sıkıntılarımızın olduğunu düşünüyorum; kendi mahallemizin dışına çıkmakta sıkıntılar yaşıyoruz. Hem ODTÜ'de hem de dünyadaki bütün üniversitelerde aşmamız gereken bir sıkıntı bu."